Çene düşüklüğü ile çok yazı yazma arasındaki ilişki

Eskiden ben çok az konuşan, çok sakin sessiz biriydim. Arkadaşlarım mesela telefonla beni aramayı hiç istemezlerdi, telefon para yazıyor ve sen hiç konuşmuyorsun derlerdi. 

Ne oldu peki? 
Kafamı çok sert bir şekilde çarptım. Buna ihtiyacım olduğunu da düşünürdüm önceleri. Lakin bu çarpma kısmını doğru ayarlamak oldukça zor. Beni hiç beklemediğim bir anda yakaladı; 1999 yılının sonuna doğru çok ciddi bir trafik kazası geçirdim. Sanırım beklediğim çarpışma gerçekleşmişti ve kafamı o kadar sert vurmuştum ki ciddi bir beyin kanaması geçirmişim.

Bu kazanın hemen sonrası yoğun bakımdayken ilk üç - dört gün sadece İngilizce konuşmuşum. Sonrasında da -yaklaşık 30 günlük bir süre içinde- kim olduğumu hatırlayamamışım. Yabancı dil konuşmam çok doğalmış aslında. Hatta hiç tek kelime Fransızca bilmediği halde Fransızca konuşanlar bile varmış bu dönem sürecinde.

Doğrusu bu ilginç olurdu... Hatta kendini iyi hissettiğinde de Fransızca konuşmaya devam edebiliyorsan harika bile olurdu. Bunun tıbbi açıklaması ise şöyle; Ana dilinizi sağ beyin kaydederken ikinci ve diğer diller sol beyinde kayıt ediliyor. Böyle bir kaza sonucunda da sol beyin ile sağ beyin arasındaki bağ kopuyor ve bağ kopunca da beyin, ben nasıl olsa bu dili biliyorum onunla konuşayım diyor bir şekilde. 
İnsanların büyük bir oranında sağ beyin tüm beyni kontrol ediyor bu arada. Her ikisi arasında da bir iletişim var. Ama bazı insanlarda da bunun tam tersi. Aslında karakter özellikleri vesaireye kadar pek çok detaya girmek mümkün bu kadar detaya girmek -bu yazımda- istemiyorum.

Kaza sonrası için düşünüyorum da bir anne baba için oldukça zor bir durum olsa gerek. "Oğlunuz kaza geçirdi" diyorlar, kıyamadığınız yavrunuz hastaneye götürülüyor, sonrasında acil ameliyatlar ve gözlerini açtığında, "siz kimsiniz" diyor.Kim olduğumu hatırlayamamam yaklasik 30 gun surdü bu sürenin sadece 4 ya da 5 gün kadar kismi ise yari hatırlıyor yari hatırlıyamıyordum. . Beynimde bir türlü hiçbir hikâyeyi toparlayamıyordum, sürekli düşünüp nerede kaldığımı, geçmişte neler yaptığımı hatırlamaya çalışıyordum. Hatırlıyorum; yazları deniz kıyısında bir yerde olduğumu düşünüyordum sürekli. Hayalimde bütün detaylarına kadar hatırladığım bir sahil vardı. Kimsecikler yoktu ama sıcaktı ve ben hasta yatağımdayken aslında orada olduğumu hissediyordum sürekli...

Sonra hastanede hiç hoşlanmadığım yemekleri vermeye çalıştıklarını hatırlıyorum ve çığlıklarımı... 

Canım çok ciddi acıyordu. İçimden bir acı geliyor tam nereden geldiğini da anlayamıyorum tabii. Sürekli "bana ne oldu? Ne zaman hastaneden çıkacağım?" gibi sorular sorup duruyorum. 
O sırada hissettiğiniz acı gerçekten çok fazla. Sürekli morfin vermelerine rağmen, inanın morfin bile yetersiz kalıyordu. Aslında bahsettiğim fiziksel acıdan ziyade, kim olduğumu hatırlayamamamın beni inanılmaz korkutuyor olmasıydı.

Hastaneden sonunda çıktım, hem de doktorlar bile şaşırtan bir hızla. Şu an düşününce buna ben de şaşırıyorum ama içimde benim kendi kontrolum dışında bir güç vardı ve bana sürekli "hadi Ali dışarı çık" diyordu, çünkü çıkmak zorundaydım. Orada hayata veda edip ölüp gitmeyi hiç ama hiç istemedim. 

Ne ilginç değil mi? Bu düşünce yani ölmek, aslında daha önce geçirdiğim küçük kazalarda beni daha çok korkutmuştu. Ama hastanede o vaziyette yatarken ne tür bir güç o bilmiyorum, orada ölmeyi kabul ettirmiyordu bana. İşte o içimden gelen sesi dinlemekten hiç vazgeçmedim bugüne kadar. Ve ne hikmetse, kazadan sonra değiştim. Artık o eski az konuşan, sessiz sakin ben yoktu.  Bunun bilimsel bir açıklaması var mı henüz bilmiyorum. Ama bu gibi olaylardan sonra insanların kişiliklerinin değişmesi çok görülen bir durummuş. Çok somurtkan ve sinirli birisi de olabilirdim hani.... Gerçi zaman zaman eminim olabiliyorum da böyle ama elimden geldiğince olmamaya çalışıyorum. Bu hiç de kolay bir şey olmasa da...

Lakin bilmediğim konu yazı yazmakla konuşmak arasındaki ilişki. Çünkü eskiden yani kazadan önce hiç böyle yazı yazmak gibi girişimlerde bulunmamıştım. Dolayısıyla sessiz ve sakinken blog yazmış olsam bu kadar yazarmıydım diye düşünüyorum ama sanmam... Hatta muhtemelen hiç blog işine başlamazdım bile...





Bu fotoğrafı linkteki siteden aldım ilgilenenler detaylarıyla okuyabilir;

http://www.human-memory.net/brain_parts.html


Beyinde farklı bölgelerin farklı görevleri var. Bir kısmı orta tepe kısmı ki bu bölüm vücudun tüm kontrolünü yapıyor.
Mesela vücut sıcaklığını ayarlıyor, duyuları kontrol ediyor, hatta her türlü hareketimiz bile oradan yönetiliyor.
Ama hafıza ile ilgili kısımlar beynin tam orta kısımlarında. Tek tek isimlerini vermeyeyim ama bunlardan biri uzun ve kısa hafızayı tutuyorlar.  

İlginc olan kısmı, Cerebellum yanılmıyorsam vücudun organları arasında iletişimi yapıyor. Beyin korku sezdiğinde thalamus, cerebellum'a bunu iletiyor ve cerebellum da vücutta birden adrenaline yükseltiyor. Çok yüksek miktarda adrenalin salgılandığındaysa beynin uzun süreli hafızayı tutan kısmı bu adrenalinden etkilenerek, tuttuğu şeyleri siliyor. 

Hani bir iç sesten bahsettim ya yazının başında, işte onun büyük kısmı sizin beyninizde. Beyin de kendini uzun süre hayatta tutmak için programlandırılmış aslında. Yani öyle bir mekanizma ki...
Çok çok büyük bir acı, adrenalin salgılatıyor ve çok fazla adrenalin de sizin hafızanızı siliyor. 

Niye? 
Çünkü kendini korumak icin ve yaşamı devam ettirebilmek için... 

Kim tartışabilir ki?
Mesela annem benim kazanın sonrasında çekilmiş fotoğraflarımı benden saklıyor, göstermiyor bana. 

Haksız mı?
Bunu kendi içinden gelen sesi dinlediği için yapıyor bence. 

Sevgiyle kalın,

 
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dismaland Banksy

eğitimde ölçme ve değerlendirme