Sarah's key, anlatmadiginiz hikayeler sizin degildir,


Gecenlerde izledim Sarah's Key'i. izledim yeniden, 





Geçenlerde yeniden izledim Sarah's Key'i...

Yazımın başında izlemek isteyenler için filmin linkini de ekliyorum aklımdayken; http://www.imdb.com/title/tt1668200/
Filmin başrolünü Kristin Scott Thomas oynuyor. Aslında İngiliz olmasına rağmen Fransızca'yı ana dili gibi konuşuyor, doğrusu Fransızların sahiplenebilecegi kadar da iyi bir aksanı var. İngiliz Patient ve 4 Düğün 4 Cenaze filmlerinden hatırlayacaksınızdır Kristine'i. Bence bu filmdeki performansı çok başarılı, hatta en başarılı performansı bile olabilir. 

Bu filmi daha önce blogumda anlatmıştım, ama doğru bulmuyorum blogda film anlatmayı.
O yüzden film hakkında cok kisa bilgi verip neden filmi çok sevdiğimi anlatmak istedim. 

Kristin, günümüzde çok da satmayan bir magazinde yazarlık yapıyor. Eşi Paris'te ailesinden kalma bir evi restore edip orada yaşamayı planlıyor ve aslında çok uzun zamandır takip ettiği bir hikâye yeniden canlanıyor.

Hadise İkinci Dünya Savaşıi sırasında Fransız polisinin Paris'te yaşayan Yahudilere yaptığı soykırımı konu ediyor. Bu soykırımı uzun süre dünyadan da saklamayı başarıyor Fransızlar, en büyük nedeni ise çok komik bence çünkü Nazi Almanları yaptıkları her şeyi kayıt altına alıyordu kaç kişiyi ne zaman nereye gönderdiklerinin bütün her şey kelimesi kelimesine kayıt altındayken Fransız polisinin böyle bir disiplini olmayışı olayı uzun süre gün ışığına çıkarmamasını sağlamış. Belki de Fransız açık gözlülüğü kim bilir?

Film iç içe iki hikâyeden oluşuyor. Sarah İkinci Dünya Savaşı sırasında, Kristin'in yerleştiği evde yaşıyor. Kristin, Sara'nın hikâyesini çözmeye çalışıyor, ama aslında ona bu kadar yakın olduğunun hiç farkında değil. 

Filmin sonunda ben göz yaşlarıma hakim olamadım çünkü, insanların yaşadıkları acıları saklamak ve hatta belki daha fazla acıtmaması için anlatmamak gibi bir huyları var.
Şöyle bir söz ediyor Kristin, "Anlatmadığınız hikâyeler sizin değildir." 
Bence çok ama çok doğru bir söz. 

O yüzden bu blogda hikâyelerimi yazacağım, nedeni onlara sahip olmak istememdir.

Filmle ilgili son bir şey daha; filmin yönetmeni Gilles Paquet-Brenner filmi olabildiğince gerçekçi çekmiş. Bir de sanırım ben hiç bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim filme girmeden önce... Birden bire öyle bir sizi etkiliyor ki film, buna hazırlıksız yakalanmak bence daha bir hoş oldu. 

Umarım filmi siz de izlersiniz...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dismaland Banksy

Çene düşüklüğü ile çok yazı yazma arasındaki ilişki

eğitimde ölçme ve değerlendirme